Bunu yaparken, yıllardır oluşturduğu lojistik birikiminden büyük ölçüde yararlandı. Yeni RO-RO hatları açtı, uçuş yaptığı şehirleri artırdı. Bir yandan da yeni yeni pazarlarla yeni yeni deneyimler edindi.
Arap baharı öncesinde komşularla ticarete ağırlık vererek önemli bir viraj alan Türkiye, bir yandan da başta Afrika ülkeleri olmak üzere hiç adım atmadığı ülkelere ticaret seferleri düzenledi. Bunun önemini de Arap baharı sonrası kaybettiği pazarlara bakarak anladı. Yine de ihracat yapılan ülkelerin ilk sıralarında büyük bir değişim yaşanmadı. Halen daha AB ülkelerinin Türkiye’nin 151,7 milyar dolarlık ihracatından aldığı pay yüzde 40,8 gibi bir oran tutuyor. Ortadoğu ülkeleri ve BDT, AB’yi izliyor. Fakat Türkiye için göreceli olarak yeni pazarlar durumunda bulunan Afrika, Amerika, Asya ve Uzakdoğu ülkeleri, sanki gelecekte payını artıracak gibi duruyor. Bugün Türkiye’nin ihracatında 14.1 milyar dolarlık yer kaplayan Afrika ülkeleri yüzde 9,3 oranında pay sahibi durumda. Kuzey ve Güney Amerika ülkeleri yüzde 6 gibi pay alırken, Asya ve Uzakdoğu ülkelerinin toplam payı 4,9 oranında.
Burada öne çıkan; Türkiye’nin daha uzak pazarlara erişimde gösterdiği yetersizlik. Türkiye, giderek katma değeri yüksek mallarla daha uzak pazarlara erişmek için mücadele vermek zorunda. Özel sektörün ihracat bilinci gelişti. Artık ülkenin ihraç ürünlerinin kilogram fiyatı, gelişmiş ülkelerin ihraç ürünlerinin kilogram fiyatlarıyla karşılaştırılıyor. Daha uzak pazarlara daha katma değerli ürün ihraç etmenin, Türkiye gibi ülkeler için kolay olmadığı bir gerçek. Bunda yerleşik olunan pazarlar ve pazarların ihtiyaçları önemli bir etken. Türkiye’nin taşıt araçları ve yan sanayi ürünleri, hazır giyim ve tekstil ürünleri, kimyevi maddeler, demir ve demir dışı metaller ile bitkisel ürünler gibi geleneksel ve güçlü sayılabilecek bir ihracat ürün yelpazesi bulunuyor. Yıllardır süregelen bu yapının, değişmesi kolay olmasa gerek. Görüleceği gibi bu tür ürünler taşınma maliyetleri yüksek ve yakın pazarlar için üstünlük sağlayan ürünler konumunda.
Fakat daha uzak pazarlara, yükte hafif ve değer olarak çok daha fazla tutacak türde ürünlerle gitmek gerekiyor. Para kazanmanın yolu bu. Üstelik sadece kendi ticareti için değil, küresel ekonominin lojistik gereksinimlerine de talip olan bir Türkiye, kendi coğrafyasını aşan pazarlara da doğrudan ya da dolaylı olarak lojistik hizmet satmayı hedefliyor. Türkiye, bu alanda bölgesel bir üs olmak için gerekli kararlılığa sahip görünüyor. Karayolunda sergilediği gelişmelerle Avrupa’nın en genç filosunu oluşturan Türkiye, limanlarında özelleştirmeye, demiryollarında liberalizasyona gitti. Havayollarında da önemli adımlar atarak göreceli olarak küçük olan bu pazarda da gelişimin önünü açtı. Ülke içerisinde en son teknolojiyi kullanarak operasyonlar yapılan on binlerce, yüzbinlerce hatta toplamı milyonlarca metrekareyi bulan depolar inşa edildi.
Ülkenin lojistik alanındaki girişimcileri, farklı farklı seçenekler üretmekte oldukça usta. Kimi dünya networklerine dahil olurken kimi de kendi uluslararası networkünü kurmayı başarıyor. Bugün pek çok Türk lojistik şirketi, global sermaye zincirinde varlığını sürdürüyor. Açıklıkla gözlendiği gibi bir yandan ülkenin dış ticaret rotası ve ürün yelpazesi değişiyor, bir yandan da lojistik endüstrisi değişiyor. Hem değişimi izleyen hem de değişime katkıda bulunan Türk lojistik endüstrisi, dışa açık yüzüyle dünya ticaretinde varlığını çok daha etkili bir şekilde hissettirecek gibi görünüyor.
Ülkenin lojistik kamu otoritesi, sektörel sivil toplum kuruluşları, etkili lojistik şirketleri, gelişimin ve dünyadaki trendlerin farkında. Üstelik geçmişte yapılan hataların da farkında... İster istemez ve biraz da bu nedenle yüzü şimdi daha çok dışa açık.
İlker ALTUN
[email protected]
Kargohaber Dergisi (Sayı:195)
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.