Bu amaçla son dönemde hayata geçirilen ulaştırma politikalarının temel ekseni; Çin’den Londra’ya kesintisiz bir taşımacılık hattı sağlamak üzere büyük ölçekli altyapı yatırımları gerçekleştirmek oldu.
Çin ile Avrupa arasında bir günde iki milyar dolara yakın bir düzeye çıkan ticaret hacmi bu yatırımları motive ediyor. Türkiye’nin, 80 trilyon dolara varan dünya ticaretindeki payı 800 milyar dolar ile yüzde bir. Türkiye bu rakamlara her biri kendine özgü lojistik gereksinimi bulunan 200 bin dolayında işletmenin faaliyeti ile ulaşıyor. Milli hasılayı oluşturan hizmetler, ticaret ve sanayi, tarım, hayvancılık kendine özgü farklı bir lojistik gereksinime sahip.
Üretim, sanayi ve ticaretini batıya entegre eden Türkiye’nin konjonktürden bağımsız, kalıcı ve köklü bir uluslararası yatırım ve iş alanı olma geçmişi bulunuyor. En büyük iş ortağı olan Almanya ile bir nevi üvey kardeşlik ilişkisi içinde olan Türkiye, ne onla ne de onsuz olamama gibi bir tablo ile karşı karşıya. Zaten rakamlar da bunu söylüyor. Bugün Türkiye’de 7 bin 600 Alman şirketi aktif durumda. Türkiye’de yatırımları olan Mercedes Benz, Bosch, Bayer, Siemens gibi dünya markaları sadece Türkiye pazarına değil, ihracata da üretim yapıyor. Almanya 35 milyar Avro ile Türkiye’nin ihracatında yüzde 8.8 paya sahip. İthalatta yüzde 12 payla Çin ilk sırada olsa da doğal gaz nedeniyle yüzde 10.5 ile ikinci sırada Rusya gelirken, Almanya yüzde 8.1 gibi hatırı sayılır bir oranla üçüncü sırada yer alıyor.
Kaldı ki Almanya için de Türkiye, yaratılan ekonomik aktivite ve ticaret ortaklığı yönünden önemli bir değere sahip. 500 bin kişiye istihdam sunarak 50 milyon Avro gelir sağlayan 80 bin Türk şirketi bu ülkede faaliyet gösteriyor. Alman ekonomisinin büyüklüğü karşısında oransal olarak küçük gibi görünse de, bu ekonomik süreçlerde yer alan kitle, sosyolojik olarak ciddi bir ağırlık oluşturuyor.
Tıpkı sanayi ve ticarette olduğu gibi lojistik söz konusu olduğunda da konu dönüp dolaşıp Almanya’ya geliyor. Ekonomik ve sosyal bağlar bir yana, vizyon olarak da zenginleşmenin ne demek olduğunu görmek açısından da Almanya iyi bir örnek. Dış ticaretini, ihracatını lojistik olanaklarla garantiye alan Almanya, zenginliğinin dayandığı kaynakları iyi biliyor. Gelinen noktada Almanya’nın üretim ve dış ticaret ile lojistik ilişkisinin hakkını verdiği anlaşılıyor.
Lojistikte Türkiye daha çok yeni bir gelişme süreci içinde bulunuyor. Konuya işletmeler bazında bakıldığında Türkiye’nin önemli adımlar attığını görüyoruz. İlk başta belirttik, lojistik altyapı yatırımları zaten bir dünya koridoru hedefi içeriyor ancak sadece altyapı yetmez. Bunun hakkını verecek olan şirketler, kadrolar, yasalar da yeterince iyi olmak zorunda. Türkiye ağır aksak da olsa bu hedef doğrultusunda ilerliyor. Bu bir vizyon meselesi ve Türkiye’de başta özel sektör olmak üzere ilgili kesimler bu vizyona sahip çıkıyor. Kamunun lojistik vizyonunda dünyanın hub’ı olmak fikri yerleşmiş görünüyor. Dünya standartlarında hizmet veren, rekabete ve gelişime açık, teknolojiyi en üst düzeyde kullanan şirketlerin bazıları, Türk markası değil dünya markası olmak üzere pek çok ülkede yapılanıyor. Bunlar Türkiye’nin lojistik geleceği adına umutları artıyor.
İlker ALTUN
[email protected]
Kargohaber Dergisi (Sayı:284)
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.