İstanbul da aynı nedenlerle her zaman bu salgınlardan payına düşeni aldı. Salgınların bir noktada kalmayıp insanların yoğun olduğu başka alanlara yayılması ise geçmişte de bugün de ticaret ve sosyal etkileşim sayesinde olmaktadır. Geçmişte gemilerin uzaklara taşıdığı salgınlar, uçakların da devreye girmesiyle tüm dünyaya daha hızlı şekilde yayılıyor. Elbette dün de bugün de savaşlar ve bu kapsamda sürdürülen insan ve teçhizat transferleri, salgının yayılımını da hızlandırıyor.
Bugüne kadar pek çok salgın atlatan dünyada; korona gibi etkileri bu kadar kısa zamanda görülen, tüm dünyayı saran, çok çabuk bulaşan ve öldürücü yanı olan bir salgın daha yaşanmadı. Bunun sağlıkta, ekonomide, politikada ve sosyal hayatta kökten sarsıcı etkileri olacak.
Yıkımlar söz konusu olduğunda, benzetmesi yapılan ikinci dünya savaşının en önemli etkisi; Almanya’nın yerleşim düzeninde aranmalıdır. Bütün şehirleri yerle bir edilen, bombardıman altında taş taş üstünde bırakılmayan Almanya’yı bugün en azından bombardıman yoluyla ‘bitirmek’ imkansızdır. Türkiye’nin yarısı kadar bir coğrafyada, aynı düzeydeki nüfusu, üstelik her bir birimi kendi kendine yetecek kadar bir ekonomik paylaşım ve yatırım dağılımı ile planlanmış ve yıkılması neredeyse olanaksız bir refah toplumu yaratılmıştır. Bombalar bir yana, virüs saldırısı karşısında da bu haliyle her şehrini karantinaya alsa, o şehrin kendini doyuracak bir ekonomik faaliyet alanı vardır. Zorunlu işleri sürdürerek zorunlu olmayanları yaşatabilirler. O yüzden Almanya ve benzeri ülkeler ard arda doyurucu, güven verici paketler açıklıyorlar. Sadece bu da değil, kendi kendine yetebilen kasabalar, şehirler, kendi önlemlerini de alabiliyor. Yerel yönetimlerin gücü ve etkinliği işte böyle zamanlarda daha çok öne çıkıyor.
Bizde durum böyle değil. İstanbul başta olmak üzere birkaç şehre yığılmışız; iş de orada, nüfus da orada, virüsün en büyük etkisi de orada... Ülke coğrafyasının ekonomik entegrasyonu ile kentlerin bir birine olan bağımlılığı aynı şey değildir. Globalleşen dünyanın bugün yaşadığı tedarik sorununun bir alt örneği, ülke içinde de yaşanabilir. İstanbul’u kapatsak, belki de ülkenin bazı şehirlerine bakamayız...
İşte salgın sonrası en çok da planlama ve yönetim tartışmaları öne çıkacak. Bugünden yapılan ‘otoriter yönetim eğilimleri artacak’ alıştırmaları ve bu eğilimleri normalleştirme çabaları boştur... Şimdilik can korkusu öncelikli durumda. Ama fırtına dindiğinde sıralama değişecek. Çünkü şeffaflığın, açıklığın, doğru ve inandırıcı bilgilendirmenin ne kadar da önemli olduğunu herkes gördü. İyi şeylere alışmak kolaydır ve artık insanlar bunu isteyecek...
İlker ALTUN
[email protected]
Kargohaber Dergisi (Sayı:256)
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.