Daha Yeşil Bir Lojistik Mümkün Mü?

Çevre bilincinin artması ve bu bilinç doğrultusunda ülkeler özelinde gerek siyasi gerek ekonomik önlemlerin alınması ve yaptırımların uygulanması son zamanlarda sıkça karşılaşılan uygulamalar arasında yer alıyor.

Çevre kirliliği ile ilgili sektörel bazda incelemeler yapıldığında bu kirliliğe en fazla yol açan sektörlerden biri olarak da lojistik sektörü gösterilirken, taşıma modları, altyapısı ve yarattığı trafik dikkate alındığında sektörün çevreye verdiği zarar daha net bir şekilde ortaya çıkıyor.

Lojistiğin, özellikle taşıma kısmı dikkate alındığında ‘yeşil’ kavramı ile tamamen zıt olduğu düşünülse bile son yıllarda yapılan çalışmalar, yasal olarak da alınan bazı karalar ile birlikte sektörün daha fazla ‘yeşil’ olma yolunda ilerlediği ya da buna zorlandığı da bir gerçek. Bunun en somut örneklerinden bir tanesi de Beyaz Kitap.

            Türkçeye ‘Beyaz Kitap’ olarak yerleşen ‘White Paper’, 10 yıl aradan sonra güncellendi ve 1 Ocak 2011 tarihi itibariyle güncel haliyle uygulanmaya başlandı. 2050 yılına ilişkin hedefleri koyarken bu hedeflerin başına da sera gazı yayılımını yüzde 60 oranında azaltmayı koyan Avrupa Komisyonu, 40 somut girişimden oluşan bir de yol haritası belirledi.

            Yine bu gelişmelerin yanında taşıma sistemlerinde daha çevreci modlara doğru kayılması ve karayolu ağırlıklı taşımadan uzaklaşılarak intermodal taşımaların teşvik edilmesi de daha yeşil lojistik için yapılan uygulamalardan sayılıyor.

            Uzunyol taşımaları için kullanılan araçların çevreye yaydıkları zehirli gazların etkisini azaltmak için Euro normları yüksek araçların kullanılmasının zorunlu tutulması da taşımaların daha çevreci araçlarla yapılmasını bir anlamda zorunlu kılıyor. Üretici firmalar da bu konuda boş durmuyorlar ve hibrid teknolojisi ve alternatif yakıtların ağır ticari araçlarda da kullanımı için çalışmalarını sürdürüyorlar.

            Sadece uluslararası taşımalarda değil yurtiçinde de özellikle kargo sektöründe faaliyet gösteren firmaların çevresel duyarlılık ile filolarını daha çevreci olan elektrikli araçları test etmeye başlamaları yeşil lojistik anlamında firmalara özgü olarak bireysel çabalara örnek teşkil ediyor.   

 

Çevreci lojistik için yeni kavram ‘tersine lojistik’            

 

İster duyarlılık deyin ister lojistik sektörünün geliştirilmesi için yaratılan bir fırsat olacağı görüşünün etkisi ile yeni bir kavram yaratılması olarak adlandırın ancak neticede ‘yeşil lojistik’ kavramı hayatımıza girmiş bir kavram.  

Üreticiden malların alınıp, depolandığı, stoklandığı, tüketiciye ulaştırıldığı ileri lojistik dediğimiz sistemin, çevresel fikirler, geri dönüşüm, tasarruf gibi konular dikkate alınarak akışın tersten yürüdüğü ‘tersine lojistik’ lojistiğin daha yeşil halinin uygulama örneklerinden bir tanesi.

Lojistik sektörü geri dönüşüme ve tehlikeli atıkların toplanması gibi konulara dahil oldu ve bu alanda önemli bir yeni pazar haline geldi. Bu da yeşil lojistik kavramının daha çabuk yayılmasında etkili oldu.

Çelişkiler neler?

Lojistik sektörü çevre konusu ile ilgili yasal zorunluluklara ya da ekonomik yaptırımlara çok kısa sürede yanıt verme başarısını göstermiş olsa bile, ‘iş’in aslında kendisi ve uygulanış biçimi dikkate alındığında yine de amaçlanan ölçüde yeşil olmadığı görülüyor.  

Lojistiğin temel amacında taşıma maliyetlerini en uygun seviyeye indirip tasarruf sağlamak, taşınacak malların doğru zamanda ve en güvenli şekilde taşınması operasyonu verimli şekilde gerçekleştirmek yatıyor. Bu temel amaçlar incelendiğinde ise yeşil lojistik ile çelişen yönler karşımıza çıkıyor.

Firmalar, rekabetin yoğun olduğu pazarda taşıma maliyetlerini azaltmak adına yeni stratejiler geliştiriyorlar ancak lojistik süreçlerinin daha çevreci olarak uygulanması kısmı lojistik operatörleri tarafından üstleniliyor. Yani firmalar çevre konusu ile ilgili maliyetleri lojistik operatörlere yıkıyor diyebiliriz. Bu da maliyetlerin tüketiciye kadar yansımasına giden bir süreç olarak karışımıza çıkıyor.

Hız konusu ise zamanın en önemli faktörlerden biri olduğu sektörde diğer önemli nokta. Malların dağıtımdaki akış hızını arttırmak verimliliği de artıyor. Lojistik firmalarının üzerindeki bu baskı da taşıma modları içinde en hızlı ama en fazla kirliliği sağlayan karayolu ve havayolu taşımacılığına firmaları teşvik ediyor. Günümüzde lojistik operatöründen beklenen kapıdan kapıya ve tam zamanlı hizmet. Lojistik operatörü de modlar arasında tercih yaparken rekabetten kopmamak için daha çevreci değil beklentiyi karşılayacak taşıma modunu seçme eğilim göstermek durumunda kalıyor.

Günümüz lojistik sistemlerinde zincirin kırılmadan devam etmesi, akışın en hızlı şekilde sağlanması yanında maliyetleri düşürecek diğer önemli nokta da stoklama. Depoda stok tutmak maliyet anlamına geliyor, kısa süreli hızlı akışlar ve en az stok ile çalışmak verimlilik yaratıyor. Ancak az stok demek daha sık aralıklar ve daha fazla araçla dağıtım anlamına geliyor ki bu da çevresel olarak bakıldığında daha fazla hava kirliliği demek oluyor.

Tüm bunların yanında e-ticaretin giderek yaygınlaşması ve lojistik sektörünün bu alanda hizmet yelpazelerini genişlettikleri de göz ardı edilmemeli. E-ticaret iş fırsatlarını artırdığı gibi tedarik zincirinin de çeşitlenmesini sağladı. Bu da lojistik operatörler için yeni iş fırsatları anlamına geliyor. Ancak e-ticarette pek çok farklı noktaya daha az miktarlarda ürün dağıtımı olması yani fiziksel dağıtım sisteminin daha fazla enerji tüketmesi sonucunu da doğuruyor.

Modlar arasında denge sağlanmalı  

            Türkiye’de olduğu gibi dünyanın pek çok yerinde lojistik faaliyetler genellikle belirli modlar arasında yoğunlaşıyor. İç taşımalar değerlendirildiğinde karayolu, demiryolu, iç suyolu ve boru hatları gibi farklı alternatifler söz konusuyken, iç suyolu ve boru hattı kullanımının dünyanın pek çok yerinde hala oldukça az olduğu görülüyor. Dünyanın pek çok ülkesinde ise taşımalarda yüzde 95’in üzerine varan karayolu kullanımı dikkat çekiyor.

            Hava taşımacılığında, gittikçe sıkı kurallar uygulanmaya başlamasına rağmen, demiryolu, denizyolu ya da karayolunda denetimlerin sıklık derecesi daha az denilebilir. Dizel motorinin çevreye olan etkisi daha fazla olmasına rağmen benzinden daha ucuz olması nedeniyle tercih edilen ve büyük ölçüde kullanılan bir yakıt. Bu noktada da taşımaların çoğunu karayoluna bağlı olarak yapan ülkelerde çevre açısından bu da ciddi risk oluşturuyor.

‘Yeşil koridorlar’ oluşturulmaya çalışılıyor

Ülkeler bazında ve uluslararası arenada çevre konusu son yıllarda çok daha fazla tartışılmaya başlandı ve lojistik yönü ile ilgili olarak da belirli çalışmalar yapıldı.

Avrupa’da sürdürülebilir bir ulaşım sistemi için öncelik olarak verimli lojistik kavramı tanımlandı. Karayolu ağırlıklı taşıma sisteminden ziyade, demiryolunun gücünü artıracak denizyolu ve iç taşımaya teşvik edecek önlemler ve planlar yayınlanmaya başlandı. Farklı ulaşım modlarının daha iyi bütünleştirildiği ‘co-modalite’nin ve intermodal sistemlerin geliştirilmesi üzerinde duruldu. 

Uzun dönemli ulaştırma planları içine ‘yeşil koridor’ kavramı alındı ve yeni ulaştırma koridorları oluşturmak adına da hala bu tür faaliyetler devam ediyor.

Ayrıca Avrupa Komisyonu AB içinde deniz taşımacılığında başarı elde ederek ‘deniz otobanlarını’ kurmak için sürekli yeni alternatifler de arıyor.

Tabi ki işin bir de kentsel boyutu var. Kentlerde yük dağılımı için özel terminallerin kurulması, uzun mesafeli sevkıyatlar ve son teslim noktası arasında bir arayüz sağlanarak kentlerde dağıtım yapan araçların sayısında azalmaya yardımcı olacak çalışmalar da yapılıyor.
 

Sorumluluk sadece lojistik operatörüne yüklenmemeli

            İşin doğası ile tamamen zıt gibi görünen yeşil lojistik konusu sadece maliyet olarak değerlendirildiği için çoğu zaman gözardı ediliyor. Ancak bu sorumluluğun sadece lojistik operatörlerine yüklenmesi de çok adil bir yaklaşım değil. Lojistik kontratlarında operatörler hala taşıma ücretlerine ve kaliteye göre değerlendiriliyorlar. Tabi ki bu iki nokta göz ardı edilmemesi gereken etkenler. Ancak lojistik operatörünün çevresel performansı hala üretici firmalar için geri planda kalıyor. Bu nedenle de öncelikle bu bakış açısının değiştirilmesi gerekiyor. Bu anlamda belki de lojistik operatörleri kendi müşterilerini bilinçlendirme yoluna gidebilirler.

            Bunun yanında sosyal sorumluluk olarak daha çevreci bir yaklaşımı benimseyen firmalar da lojistik operatörlerini seçerken çevreye daha duyarlı bir taşımayı talep ettikleri ve bunun yaratacağı ekstra maliyeti de aynı sorumlulukla sadece lojistik operatörünün üzerine bırakmadığı sürece uygulama daha rahat işleyecektir.  

            Lojistiğin çok önemli bir iş ayağı da depolama. Günümüzün modern depoları da kullanılan malzemeler ile enerji verimliliği sağlamak adına daha yeşil bir uygulama örneği olarak karşımıza çıkıyor. Yine taşıma işlemi için geri dönüşüme uygun paketlerin kullanımı da yeşil lojistik adına daha çevreci bir yaklaşım örneği.

Atlanmaması gereken bir nokta da devlet politikalarının etkisi. Yeşil lojistik, devletlerin ulaştırma politikaları içine de girmeye başladı ki bunun en iyi örneklerinden biri de Hollanda. Hollanda için lojistiği yeşil lojistiğe dönüştürmek öncelikli gündem maddesi ve bu belki de diğer ülkeler için de örnek teşkil edebilir. Yani yeşil lojistik için devlet baskısı da etkili olacaktır denilebilir.

Türkiye’de neler oluyor?  

            Özellikle yurtiçi taşımacılığın büyük çoğunluğunun karayoluna bağlı olduğu Türkiye’de ‘yeşil lojistik’ adına daha gidilecek yol var diyebiliriz. 

            Kyoto Protokolü’nü imzalayan Türkiye’de karbondioksit emisyonuna bakıldığında ulaştırma sektörünün yol açtığı etki genel toplamın yüzde 17’si civarında. Bu rakamın da büyük çoğunluğu karayolu taşımacılığına ait, ardından da havayolu taşımacılığı geliyor.

            Türkiye’de emisyon oranının düşürülmesi yolunda çalışmalar da yok değil. Ulaştırma Bakanlığı tarafından bu anlamda yürütülen çalışmalara; demiryolunda elektrikli hatların artırılması örnek olarak verilebilir. Yine Marmaray Projesi ile karbondioksit emisyonunda yılda 130 bin ton civarında bir azalma yaşanması bekleniyor. Yine eski model araçların trafikten çekilmesi için atılan adım da bu anlamda olumlu bir etki sağlayacak gibi görünüyor. 20 yaş üstü araçların değiştirilmesi için ÖTV oranında yapılan indirim bu çalışmalar kapsamında değerlendirilebilir.  

            Havayollarında da daha az karbondioksit salınımı yapan araçlar filoya eklenmeye başlandı. Yine havaalanlarında faaliyet gösteren kuruluşların çevreye verecekleri zararların ortadan kaldırılması adına Ulaştırma Bakanlığı Sivil Havacılık Genel Müdürlüğü (SHGM) tarafından verilen ‘Yeşil Kuruluş’ unvanı firmaları teşvik etmek anlamında önemli bir adım. Bunun yanında SHGM’nin ‘Yeşil Havaalanı’ projesi ile havaalanı kullanıcılarının uyulması gereken kriterler belirtiliyor ve tüm kullanıcılar tarafından bu kriterler yerine getirildiğinde o havaalanına ‘Yeşil Havaalanı’ unvanı veriliyor. Bu unvanı alan havaalanında, havaalanı işletmecisi dahil tüm kuruluşlara, SHGM tarafından verilen yetki belgesi, ruhsat gibi izin belgeleri ücretlerinde yüzde 50 indirim uygulanıyor.

15. Atlas Lojistik Ödülleri Sahiplerini Buldu
Ekol Uluslararası Taşımacılık Artık DFDS Oldu
Gebrüder Weiss, logitrans'ta Lojistik Çözümlerini Paylaşacak
Ekol Transport Satışı Gerçekleşiyor