Alınan önlemlerin bazıları Çin ile birlikte doğrudan doğruya Türkiye’nin taşımacılığı ve ihracatını etkiliyor.
Bu önlemlerin başında karbon vergisi uygulaması geliyor. Yeşil Mutabakat çerçevesinde sınırda karbon vergisi uygulaması artık başlıyor.
Almanya Tedarik Zinciri Yasası hazırladı. Bu yasa, Almanya’da işletmelerin yanı sıra işletmelere tedarik sağlayan şirketleri de kapsıyor.
AB, sınırları içinde faaliyet gösteren şirketlere, ormanlık alanların yok edilmesine sebep olan arazilerden gelen ürünlerin ithali ve kullanımını yasaklıyor.
ABD’nin başı çektiği batı cephesi, Çin’den ithal edilen çelik ve alüminyuma ek vergiler koymaya hazırlanıyor.
Birleşmiş Milletler İklim Zirvesi COP27’de, gelişmekte olan ülkelerin mücadelesine katkı için bir iklim fonu oluşturulması kararlaştırıldı.
Önlemlere uymamanın da pek çok karşılığı var ve bunlar elbette iklim mücadelesi adına umut verici...
Öte yandan sınır kapılarındaki AB kaynaklı beklemelerin çevresel kaygılar, iklim bozulmasıyla mücadele ve sıfır emisyon hedefiyle çeliştiği ortada. Dur-kalk bir yana, kapılarda-yollarda bekledikçe fosil yakıt tüketen binlerce araç, akıllara, ‘acaba bu araçlar fazladan emisyon üretmiyor mu’ sorusunu getiriyor.
1992 yılında EURO normları uygulamaya girmiş, hükümetlerle el ele veren otomotiv endüstrisi mevcut araç parklarının yenilenmesini sağlamıştı. Bu süreçte yaşanan hurdaya çıkarmalar ve tekrar üretim nedeniyle fazladan ne kadar emisyon yayıldığı, ne kadar doğal kaynak tüketildiği ve ne kadar çevre kirliliği yaratıldığı sorulmadı. Oysa gelişmiş ülkelerin samimiyet testi niteliğindeki bu soruya yanıtı; iklim mücadelesinin geleceği adına büyük önem taşıyor.
Çevresel kaygıların arkasına sığınan uluslararası bloklar aynı zamanda bir birlerine karşı tutum alıyorlar. Yeni çıkar blokları oluşturup işbirliği içinde hareket ediyorlar. Bütün ticaret yolları, rekabeti lehine çevirmek isteyen bu blokların koyduğu kurallarla denetim altına giriyor. ‘Emek sömürüsünü engellemek, ormanların ve yeşil alanların korunmasına katkıda bulunmak, Ortadoğu’ya özgürlük getirmek, Ukrayna’da barışı sağlamak, iklim bozulması ile mücadele etmek’ gibi saygın söylemlerle normlar oluşturanlar, beyaz kitap yayınlayanlar, yeşil mutabakat yazanlar, gelişim sürecini tamamlamış ülkeler. Üstelik bu ülkeler ‘gelişirken’ çevreyi hunharca kullanmış, doğal kaynakları sonuna kadar tüketmiş, insan emeği bir yana canını bile hiçe saymış olup, karşı karşıya kaldığımız sorunun da asıl sorumluları durumundalar.
Ancak zararın neresinden dönülürse kardır. Kaldı ki kimin suçlu olduğundan çok geleceğe karşı sorumluluk içinde davranmak, sürdürülebilir ekonominin hatta yaşamın temeli olarak görülmelidir. Önümüzdeki dönemde ulusal ve uluslararası alanda daha sıkı önlemlerin hayata geçeceğini ve yaptırımların maliyetleri artırıp, işleri daha da zorlaştıracağını bilmeliyiz. Yaptırımların bir yandan rekabet unsuru olarak kullanılırken, diğer yandan yeni fırsatlar yaratacağını da düşünerek tutum almak ve henüz fırsat varken, hazırlıkları buna göre yapmak gerekiyor.
İlker ALTUN
ilker@aysberg.com
Kargohaber Dergisi (Sayı:289)