1990’lı yılların başlarında lojistik uygulamalarında çevre dostu teknolojilerin kullanarak, çevreye verilen zararın en aza indirgenmesi konusunda araştırmalar ortaya kondu. Yeşil kavramı, lojistik ile entegre edilmiş ve ortaya “yeşil lojistik” adlı çevresel ve sosyal faktörleri göz önünde bulundurarak sürdürülebilir yolda üretilen ve dağıtılan mallar ile ilgilenen ve farklı dağıtım stratejilerinin çevresel etkilerinin ölçülmesini, lojistik faaliyetlerde enerji kullanımını azaltmayı, atıkların azaltılmasını ve işleyişinin yönetimini amaçlayan yeni bir uygulama alanı çıktı. Dünyada yaygın hale gelen yeşil lojistik uygulamaları, Türkiye’de şirket politikalarında yer almaya başladı.
Günümüzde artan sanayileşme olgusu ile birlikte ortaya çıkan üretim ve tüketim çılgınlığı, küresel ısınma, insan sağlığını tehdit eden hastalıklar gittikçe artan çevre kirliliği ve doğal kaynakların tükenme noktasına gelmesi gibi faktörler kamuoyunun dikkatini çevreye çekmiş ve ciddi önlemler alınması gerekliliği ortaya koymuştur.
Bu doğrultuda gerek kamu sektörü gerekse özel sektör sürdürülebilir kalkınma kavramına daha fazla önem vermiş ve çeşitli yeşil stratejiler benimsemeye başlamıştır. Bu çevreci stratejilerden birisi de yeşil lojistik anlayışıdır. Bu kapsamda günümüzün gittikçe önem kazanan ve ekonominin temel yapı taşlarından birisi olan lojistik ve yeşil lojistik kavramlarına öncelikli olarak bakmak gerekir.
Çevresel performanslarında olumlu bir etkiyi yakalamak ve rekabet ortamında iyi bir konum elde etmek isteyen ve lojistik alanında faaliyet gösteren firmalar, geleneksel yöntemlerin çevreye verdiği zararları azaltmak için yeşil lojistik uygulamalarını işletme politikalarına dahil etti. Türkiye’de faaliyet gösteren lojistik firmaları tarafından rekabet ortamında sağlam bir şekilde kalabilmek ve sürdürülebilir kalkınmaya katkı sağlamak amacıyla yeşil lojistik uygulamaya konulmakta.