Geçmiş yılların salgın hastalık deneyimleri ile ulaştığımız ortak hijyen kültürü buydu. Hasta ziyaretine giderken de çoğunlukla kolonya götürülür, böylece herkes elini yüzünü dezenfekte ederdi.
Salgın, Türkiye’nin geleneklerinden gelen bazı avantajları olduğunu gösterdi. Yaşlılar halen daha ailelerinin baş tacı. Yeni yaşam koşullarının etkisiyle son yıllarını huzurevi, yaşlı bakım evi gibi sosyal kurumlarda geçirenlerin sayısı artsa da aile fertleri başta olmak üzere hiçbir kişi ve kurum, batıda tanık olunan utanç verici şeylere izin vermedi. İnsanlık değerlerine sarılmış, komşusuna, düşkününe, yaşlısına, güçsüzüne el uzatan insanlarımızın ‘kötü’lerden fazla olduğu ortaya çıktı. Bu süreçte iyilik kötülüğü yenmiştir.
Karantina boyunca, 83 milyonluk Türkiye’de milyonlarca kişi yiyecekten giyeceğe çok az şeyle sorunsuzca yaşadı. Açık ortam ya da sosyal medyada çok fazla sayıda örneği sergilendiği gibi ekmekler yapıldı, çiçek saksıları sebze bahçesine çevrildi. İnsanlar zorunlu olunca birçok konuda kendi kendilerine yetebileceğini gördü.
Ülkeler de bunu gördü. Uzayda inşaat yaparken solunum cihazı üretemeyen ABD’nin düştüğü durum bir yana, koca koca ülkeler biri birlerinin maskelerine el koymaya, sıradan tıbbi malzemelerin korsanlığını yapmaya başladı. Türkiye burada ayrıştı. Salgının geç gelmesini de iyi değerlendirerek önlem almakta hızlı davrandı. Başka ülkelerdeki vatandaşlarını topladı. Çok sıkı karantina, sokağa çıkma yasağı, en az temas ortamı sağlama adımları attı. Üstüne bir de uygulaması kolay ve sonuç alıcı olan hastadan çevresine doğru yaptığı takiple virüs kaynaklarına ulaştı. Böylece avantajlı olarak başladığı salgın mücadelesinde, en önemli silahı da yetkin sağlık personeli oldu. Onlar; tüm üniversite öğrencilerinin okul tercih sıralamasında ilk sıralarda yazdığı tıp fakültesinde eğitim alma hakkı kazanmış ve okumuş doktorlardır. Bir de onların sağ kolu olan hemşirelerdir. Dünya tarihinde ilk kez yaşanan ve belki bir daha yaşanmayacak olan böylesi bir günde anlam kazanabilecek hastane yatırımları da Türkiye için güçlü bir silah oldu. Türkiye salgın sürecinde sağlık dersinden sınıfı geçti... Yüzümüzü güldürecek bir sonuç aldık ve herkes mutlu oldu. Peki ya diğer dersler?
Milli gelirinin yarısı hizmetler sektöründen gelen Türkiye’de özellikle bu alandaki işsizlik çığ gibi büyüyor. Sağlık turizmi dahil, turizm durmuş bulunuyor. Nakliyeciler ‘nisanda yarıya, mayısta onun da yarısına düştük’ diyor. Uluslararası kongreler ve fuarlar henüz normal düzene geçmedi. Bu durumda kim kime hangi hizmeti nasıl ihraç edecek? Sağ cepten sol cebe para aktararak bu işten çıkamayız.
Oysa bu aşamada Türkiye’ye yönelik talep artıyor. Avrupa’nın artık üretmekten vaz geçtiği ve uzak doğudan özellikle Çin’den aldığı malların önemli bir kısmı Türkiye’de üretilebiliyor. Belki de bu, endüstri 2.0’ı yaşayan Türkiye’nin şansı olacak. Gelişmeler bu yönde devam ederse, Türkiye kısa dönemde hizmetlerden kaybettiği geliri ihracattan alacak.
Zaten Çin’in Kuşak ve Yol girişimi ticareti karaya çekme planıdır ve işe yaradığını ABD’nin saldırılarından anlıyoruz. Bu, Avrupa’nın üretim havzasındaki Türkiye’nin de işine yarayacaktır. Çünkü salgın sürecinde tedarik zincirleri koptu. Bu nedenle şirketler hayatlarına lojistik açısından biraz daha dikkatli bakacak. Ayrıca kitleler de daha az çevre kirliliği yaratan süreçlere prim veriyor ve bu da kısa mesafeyi destekliyor.
Avrupa’nın pek çok ürün için Çin yerine Türkiye’yi tercih edeceği umuluyor... Buna karşılık gelecek benzer salgınları hesap eden her ülkenin tıpkı ekonopolitik, jeopolitik kaygılar kadar ‘virüpolitik’ açısından da kendi başının çaresine bakması beklenebilir.
İlker ALTUN
[email protected]
Kargohaber Dergisi (Sayı:259)
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.